4 Şubat 2016 Perşembe | By: simurgm

YUNANCA DÜŞÜNCE ARAPÇA KÜLTÜR




 
 
  


  Bir şehrin,kültürün,ulusun,dinin ,coğrafyanın, birikiminin kaynağını bulabilmek ve daha iyi anlayabilmek için geçmişine bakmak gerekir.Nereye baksak Kökleri mazide olan bir âti görürüz çünkü.Kitaplardan öğrenegeldiğimiz her türlü ilim ve bilimsel miras hazır bulduğumuz gibi değildi.insanlığın var olmasıyla başlayan ilim serüveni milletlerin çeşitli katkılarıyla günümüze ulaşmıştır.Fakat eski ilimlerden özellikle elimize ulaşan Yunan ilmi olmuştur.Bu konuyla ilgili İbn Haldun’un şu sözü belki de bahsetmeye çalışacağımız Dimitri Gutas ‘ın “Yunanca düşünce Arapça Kültür” kitabının okuma ve Yunanca eserlerin Arapça’ya olan çevirilerinin Müslümanlar üzerindeki etkisini anlamaya çalışmamızda, Müslüman filozof,bilim adamı ve âlimlerin çeviri ile başlayan bu hareketi özümsedikten sonra nasıl kendi görüşlerini oluşturup büyük gelişmeler katettiklerine bir girizgah olacak mahiyettedir.

         "Belki onlar bu konuda konunun hakkını vererek bazı eserler yazmışlardır, ancak bunlar bize ulaşmamıştır. Çünkü ilimler çoktur ve farklı toplumlarda çok sayıda filozof vardır. O toplumlardan bize ulaşmayan ilimler, ulaşanlardan daha çoktur… Farsların ilim­leri nerede? Kildânilerin, Süryânilerin ve Babillilerin ilimleri ve bunların eserleri ve sonuç­ları nerede? Kıbtîlerin ve onlardan öncekilerin ilimleri nerede? Bize tek bir milletin, özel­likle (eski) Yunanlıların ilimleri ulaşmıştır”   

   Bugüne kadar elimize ulaşan kısıtlı kadim Yunan ilminin Arapça’ya tercümesi ile ilgili yılların birikim ve araştırmalarını kaleme alıp bu alanda kaynak mahiyetinde kullanabileceğimiz bir eser ortaya çıkaran Dimitri Gutas ,şu an Yale üniversitesi’nde Arap Dili ve Edebiyatı profesörüdür.Kahire’de doğmuş,liseyi Robert Kolejinde bitirmişdir.Yunanca ve Türkçeyi anadili gibi bildiğini söyler,kendini aslen İstanbul’lu olarak tanımlar.Aslı ingilizce olan kitabında söylediklerinin tamamına katılamasakta ya da aklımızda soru işaretleri kalsada okuduklarımıza kayıtsız,ciddiyetsiz  kalamayacağımız bir eser hazırlamış değerli bir akademisyen..Yazar ”Yunanca düşünce Arapça kültür” adlı kitabı ,“1.Çeviri ve imparatorluk” “2.Çeviri ve toplum” olmak üzere  temelde iki ana bölüm ve yedi başlık üzerine hazırlamış.Alt başlıklar ise şöyle:1.Çeviri hareketini hazırlayan koşullar,2.El Mansûr,3.El-Mehdi ve oğulları,4. El-Memûn,5.Uygulamalı ve teorik bilginin hizmetindeki çeviri,6. Hamiler,çevirmenler,çeviriler,7.Çeviri ve Tarih. Kitabın son kısımlarında ise Arapça’ya çevrilmiş Yunan eserleri ve kitapta yer alan konu üzerine binâen sunduğu notlar kısmına yer verilmiş.

       Kitap Ciddi anlamda 8.yüzyılda Abbâsi hanedanının Bağdat’ı başkent olarak kabul ettikten sonra başlayan çeviri hareketini doğuran ideolojik,siyasal,toplumsal etkiler üzerinde yapılmış bir incelemedir.Yazar, Bağdat’ta başlayan bu çeviri hareketini İtalyan rönesansı ve 16.17. y.y bilimsel devrimleriyle aynı kategoride görüp tarih bilincimize de bu şekilde kaydedilmesi gerektiğini belirterek ”Yunanca Arapça çeviri hareketi yeni bir çağ başlatmıştır”syf 20 düşüncesini taşır.Abbasilerden önce Emevi devrinde fetih hareketinin Suriye, Filistin ,Mısır’dan sonra Yunanca konuşulan bölgelere kayması ve günlük hayatta ve idari işlemlerde Yunanca bilmenin gerekliliği Yunanca bilen memurları bulundurmayı gerekli kılmışır.Gutas bu konuyu şöyle izah etmiştir.”Günlük yaşamda  Suriye,Filistin ve Mısır arasındaki toplumsal ve ticari ilişkilerin Emeviler dönemi sonuna kadar daha çok  Yunanca yürütülmesi,çeviriyi günlük hayatın bir parçası haline getirmiştir”s.33.Dimitri Gutas Abbasiler döneminde çeviri faaliyetlerine katkı sağlayan halifeleri Mansur,Mehdi,Harun Reşid ve Me’mun olarak sıralar.

        Çevirilerin başlangıç noktasının ise ikinci halife Mansur’un Bağdat gibi kozmopolit bir şehri kurması ,Emeviler’in altedilerek bir devrim niteliği taşıyan varoluşlarını devam ettirmek için sağlam ideolojiler belirleme çabaları,farklı din ve kültürdeki insanları bir arada tutmak için Zerdüştçü Sasanilerin rolünü oynamaya çalışması, ilim ve bilime verdiği önemi ,yanında çalıştırdığı doktor ve üst düzey sorumluların birkaç dil bilen Yunan ve Süryanilerden oluşması ve bu kişilerden çevirilerle ilgili yardım alması gibi konulardan uzun uzun bahseder.Kitapta yer alan bilgiye göre Araplar arasında bilimleri ilk yeşerten Ebû Câfer el Mansûr’du.Mansur zamanında İslam dünyasına kazandırılmış ilk eser Eukleides’in Elemanlar çevirisidir.Yine yabancı dillerden Arapça’ya Kelile ve dimne,Aristotales’in mantık ve diğer konulardaki çevirileri vardı.Mansur’un hekimi Cürcîs el Buhtişû’yu birçok Yunanca eseri çevirmekle görevlendirildiği belirtilir.

      Mansûr’dan sonra gelen oğlu El-Mehdî’nin dikkat çeken yönü ise  okunması pek kolay olmayan Aristotales’in Topika isimli kitabını çevirilmesini özellikle istemesiydi.Gutas bunun sebebinin o dönemde yaşayan Müslümanlar için bunun bir ihtiyaç olarak görüldüğünü yazar.Kitaba göre Halife Mehdî döneminde İslamiyeti kabul ettirme politikası hakimdi.Halife kendini sapkınları ve İslam’dan dönenleri yok etmeye adadı.Hatta din âlimlerini islam karşıtlarına ve kafirlere karşı kitap yazmaları için görevlendiren ilk halifeydi.s.69.Kitapta Mehdi ile ilgili geçen- bana göre- önemli yerlerden biri ise Topika ,tartışma sanatı cedel’i  öğretmek amacıyla yazılmış diyalektik kitabı olduğu için özellikle tercümesini isteyip dikkatle okuyarak kitabı bizzat tercüme eden Hristiyan Nasturi patriği 1.Timotheus ile münazaraya girmesidir.s.72.Böylece İslam dünyasında dinsel-siyasal konularda tartışma yöntemini ve kültürünü ilk getiren ve bunu ilk uygulayan kişi olmuştur.

   Kitaba göre Halife Me’mun döneminin politikası ise halifeyi inanç konusunda en son otorite kabul eden,insanların inançlarına özgürlük tanımayan Mutezîle mezhebinin resmi mezhep olarak kabul edilip mihne olaylarının yaşandığı bir dönem olmuştur.Yine Bizanslıları hem Hristiyan oldukları için hem de Yunanlıların mirasını gasp etmiş değersiz kimseler olduğu için kötüleyen bir politika da  izlemiştir.Çeviri konusundaki çalışmalar da aynı hızda devam etmiş özellikle tıp öğrenimini yeniden canlandırmıştır.

  Gutas kitabın ikinci bölümünde yer alan “Çeviri ve Tarih” başlığıyla yer alan kısımda ise çeviri hareketinin 200 yıl boyunca hızla devam ettikten sonra yavaşladığını bunun en önemli nedenlerinin ise -bütün kitabı okumaya değecek 148 ve 149.sayfalarda yer alan ve paragrafları kısaca belirtecek olursak- “artık çevrilecek bilimsel Yunanca eserlerin kalmadığı değil  hamilerin,bilim adamlarının ve uzmanların ilgilerine ve taleplerine doyurucu yanıt verebilecek Yunanca eserlerin kalmadığıdır” Gutas’a göre çeviri hareketinin ortadan kalkmasından çok önce bilginler bilimde devrim yaratan temel  eserleri zaten yayınlamışlardı.Tıpta Ali ibn Abbâs el –Mecûsi, İbn Sina,astronomide Battâni ve el Birûni,matematikte  el –Harizmi,fizikte ibnü’l Heysâm gibi bilim adamlarının çalışmaları eninde sonunda çeviri literatürünü geçecekti.Hatta Yunan biliminin üç direğinin-Galenos,Pholemaios,Aristotales- eksiklerini ortaya çıkaran kendi disiplinlerini ortaya koyan kitapların yazılmasıydı.Böylece çeviri eserler bu bağlamda önemlerini yitirerek bilim tarihinin bir parçası haline geldiler.Sonuç olarak “öze dönüşçü” bir tepki ortaya çıkmış oldu.

    Özellikle kitap ile ilgili yazdığım son paragraf bana “Yunanca düşünce Arapça Kültür” adlı kitabı niçin okumam gerektiğini gösterdi.İslam âlemi başlangıçta Yunanca eserlerden faydalanan konumdayken ,bazı ideolojik,sosyal,siyasal,idari ve inanç ile ilgili sebeplerin de vesilesiyle Yunan iliminin ötesine geçmeyi ve özgünleşmeyi başarabilmiştir.Gutas’ın Mansur ile ilgili olarak astronomiye olan merakının gelecekten haber almaya,zerdüştlükten etkilenmesine ,yanında sürekli müneccim bulundurması gibi cümleler, çeviriyi gerçekleştiren ilk kişilerin sürekli başka dinden ve ana dili Arapça olmayan kişiler olduğunun vurgulanması,Abbasilerin farklı dine mensup geçmiş ülkelerin ideoloji ve inançlarını devam ettirmeye olan gayretinin çok yerde belirtilmesi,beytül hikme’nin “Sasani kültürüyle yetişmiş bürokratların ellerinde Sasani modeline göre biçimlendiği sıradan bir büro dan başka bir şey değildi.”özel  bir kurulma tarihi  veya amacı yoktur”s62 demesi.İlk okuyuşta çıkarılabilecek kişisel eleştirilerdir.Sonuç olarak vaktiyle Hristiyan Bizans tarafından yaktırılan ,saklanan,dinlerine zarar getireceğini düşündükleri için yasakladıkları felsefenin ve Yunan eserlerinin bilime sahip çıkan Müslümanlar tarafından çevirileri yapılarak önce kendilerini geliştirip bu alanda yazılan ilk eserleri eleştirecek ve yenilerini yazacak kadar yetkinleştiklerini bize tekrar hatırlatan Dimitri Gutas’a sonsuz teşekkürler..
                                                                                   Kitap tanıtım ve özeti :  Simurgm 
 
                                             Kitap adı : Yunanca düşünce Arapça kültür
                                        Yazar : Dimitri GUTAS ,çev:Lütfü ŞİMŞEK,kitap yayınevi,
                                                     5.basım ,nisan 2011 İstanbul,240 s.
 

HADİSLERDE DELALET SORUNU


“Hadislerde delalet sorunu “ başlığını taşıyan metin iki bölümden oluşuyor.Birinci bölümde;hadislerin anlaşılmasında ve yorumlanmasındaki metodolojik sorunların okumalar ve araştırmalar neticesinde fıkıh,kelam ve ahlaka yansımaları.İkinci bölüm ise bu metodolojik sorunu ,sorun olarak görülen metodolojinin kendi imkanları içinde aşmanın yolları ve bunu aşarken de günümüzde kullanabileceğimiz anlambilim  çalışmalarından nasıl yararlanabileceğimiz bahsidir.

Peygamberimiz (s.a.v)  adeta yaşayan bir Kur’ân olduğu için İslam dininin daha iyi anlaşılması ve dinin pratiğe dökülebilmesi için de bir rehberdi aynı zamanda.Din ile ilgili soruları cevapladığı sözleri ile açıkladıklarının yanı sıra günlük hayatta işlediği fiil ve takrirleri de İslam düşüncesinin oluşmasına yön vermiş hicri 2.asırdan 5.asıra kadar  yazılı  kayıtlara geçirilmiş Kur’ân ile birlikte ikinci kaynak yerini almıştır.Sünnet ve Hadis en iyi yaşandığı dönemde -anlaşılmadığı noktalar sorulabildiği için- anlaşılmış ihtilafsız uygulanmıştır.Hadis sayesinde sürekli idealleştirip özlem duyduğumuz Saadet Asrı’yla adeta bağımızı koparmak istemezcesine  mesafelerimizi kapatmaya çalışmışız. Fakat Asr-ı Saadet’in yaşayan belgeleri olan Hadislerin bünyesinde barındırdığı bazı problemleri de  tarih akışı içerinde beraberinde taşıyagelmiştir.Bunları kısa açıklamalarıyla birlikte 3 başlık altında  toplamak mümkündür.

1.Sünnet ve Hadisin mahiyeti ile ilgili tartışmalar ve tartışmaların doğurduğu problemler :

Akıl-vahiy ve Rivâyet-dirâyet dengesinin tam manasıyla kurulamaması.Hadislerin sübûtu,anlaşılması,yorumlanması ile ilgili problemler.Vefatından 14 asır geçmiş bir peygamberin söz ve uygulamalarının dindeki konumunun hala tartışılıyor olması.Sünneti kaynak olarak kabul etmeyenlerin,Kur’ândan bağımsız görenlerin giderek artması   her ikisinin hakimiyet yarışına sokulması.

2.Sünneti aktaran rivayetlerin sübutuyla ilgili problemler:

Peygamberin sünnetini bize taşıyan hadislerin sıhhat ve sübutuyla ilgili problemin yanında sahîh kabul edilen hadislerin delalet sorunu ve bunların doğru anlaşılıp doğru yorumlanması önemlidir.Hz peygamberin bir sözünün farklı lafızlarla nakledilmesi râvilerin lafzen değil manen rivayet etmesi,şifahi rivayetlerin de metne dönüştürülmesi bir kısmının yazı ile tespitinin gecikmesi de delalet problemi oluşturmuştur.Aslında kendine özgü bir anlama yöntemi geliştiren Usûl-i Fıkıhtır.Fakat Usûl-i Fıkh ‘ın bu metodu dini metinlerin tamamını anlamak için değil bazı metinlerden şer’i ameli hüküm çıkarmaya yöneliktir.Hadisleri kanun metni gibi yorumlarken lafzi yoruma öncelik tanıdığı bir gerçektir.Bu yöntemin kendi içinde tutarlı olabilmesi için iki şeyi taşıması gerekir.

Birincisi: Kanun koyucunun bu lafızları sadece kanun koymak gayesiyle vazetmiş  olmasıdır ki hadislerin kanun metni gibi tanzim edilmediği ortadadır.

İkincisi : Lafızların kanun koyucuya âidiyetinde hiçbir şüpne olmamalıdır bur şartta da râvilerin bütün hadisleri lafzen rivayet ettiğini söyleyemeyiz, çoğunluğu mana ile rivayet edilmiştir.

Farklı râvilerin rivayetlerinden ortak anlam çıkarıp hükme varmak yerine her bir râvinin farklı rivayeti bir mezhebin görüşüne dayanak olmuştur.

3.Bu rivayetlerin delâleti,anlaşılması ve yorumlanmasıyla ilgili problemler:

Usûl-i Fıkh’ın lafzi delalet yolları için belirlediği kuralları harfiyen tatbik etmesi bazı sorunlara sebep olmuştur.İçtihada kaynaklık etmesi gereken bazı rivayetler bu alanı daraltmıştır.Mesela Fıkıh kitaplarında ve ahkam hadis şerhlerinde namaz kılanın önünden geçeni öldürürse kısas gerekir mi tartışmasının asıl sebebi hadisin bir tarikinde katil kelimesinin geçmesidir. Halbuki Nassların tamamından elde edilen genel ilkeler doğrultusunda hadisleri yorumlamak gerekir.Akâidden olmayan pek çok şey Hanefîlerin “Âhad haberler itikadda delil olmaz” fikrine karşı dinin asılları haline gelmiştir.(örn :Deccal,mehdi,kabir azabı,şefaat,ruyetullah v.s)

Bu usûlün sahîh hadis metinlerini doğru anlayıp yorumlamamız için gereken şeyleri şöyle sıralayabiliriz.

1)Hz Peygamber’in doğrudan sözü olarak nakledilen hadis ile onun herhangi bir davranışını veya o dönemde bir olay üzerine meydana gelen hadiseyle ilgili rivayeti hatta sahabe ve tabiun sözü olarak hadis kitaplarında yer alan haberler birbirinden ayrılmalı.

2) Sahabe ve tâbiûna ait hangi sözün merfu’ hadise dönüştüğü “hükmen merfû” olgusu tespit edilmeli

3)İster doğrudan peygamber sözü yahut onun zamanında meydana gelen bir olayı anlatan rivayeti olsun lafzi gramer tahliliyle hüküm çıkarmamıza elverişli kutsal bir metin olmadığı kabul edilmelidir çünkü bu lafızların büyük kısmı râvilere aittir.

4)Önce hadisin farklı versiyonları bir araya getirilip doğru parçadan bütün elde edilmeli

5)Hadisler onları meydana getiren tarihsel ,toplumsal,fiziksel şartlardan ve sosyo kültürel çevreden yalıtılarak doğru parça bulunamaz.

Bütün bu aşamalarda nasıl bir yöntem takip etmeliyiz? İlk asırlardan itibaren herhangi bir rivayeti değerlendirmeye tabi tutarken bütün tarîklerini iyice incelemeden hatasının anlaşılamayacağını,tariklerin birbirlerini tefsir ettiğinin önemine işaret etmeyen âlim yok gibidir fakat çeşitli sebeplerle  bu hiçbir zaman gerçekleştirilememiştir.Her bir isnadı müstakil bir rivayet gibi gören hadis usûlünün kendisi buna engel olmuştur.Çünkü her musannif kendi sıhhat şartlarına uygun olan rivayetleri seçmiş her hadisin veya rivayetin bütün kareleri tamamlanmış resmini bize veren bir hadis kitabı mevcut değildir ! Doğru bir resime varmak için iki önemli yola başvurulmalıdır.

1.Tek tek her parçanın bütünlüğünü sağlamak veya bu bütünü asıl resimle bütütünleştirmek için toplanan rivayetleri metin tenkidi yöntemiyle birleştirmek

2.Sadece rivayetler resimin tamamını vermeyeceği için metin dışı unsurları da dikkate almak gerekir.Bunlar adeta 5n 1k yöntemi gibi kime,niçin,nasıl hangi sebeple hangi şartlarda ve kültürel çevrede söylendiği hakkında ciddi araştırmalar yapmak gerekir.

Metin tenkidi analizi  Tarihsel-Eleştirel yönteminin bir aşaması olan pek çok aşamalardan oluşan bir analizdir.Linguistik Analiz,Semantik Analiz,Edebi Tenkid,Üslûb eleştirisi,Gelenek Eleştirisi,Redaksiyon eleştirisi bu aşamalardır.Bilhassa Semantik analiz hadis çalışmaları için kaçınılmazdır.Zira rivayet malzemesinin bize sunduğu temel kavramlardan ve anahtar kelimelerden hareketle Hz Peygamberin ve ilk nesillerin dünya görüşünü tespit etmek  ve hadisleri bu dünya görüşünün meydana getirdiği semantik alana göre değerlendirmek, kelimenin veya ifadenin anlam alanını ve sıralamansını doğtudan etkileyen dil içi ve dışı unsurları belirleyip bu anlamların topluma nasıl yansıdığını zaman  zaman kültür ve toplumun bu anlamları nasıl değiştirdiğini görmek için lazım olacaktır.

Şerh edebiyatımızda sahîh hadisleri anlamlandırırken metin dışı unsurlar göz önüne alınırdı ancak bazen hadisten çıkan nihai hükme yansımasında zorluklarla karşılaşılmıştır.Örneğin :

İbn Dakîk Hz Âişe’nin’Ben ,Peygamberin önünde kıble tarafına uzanırdım.Secdeye eğildiğinde ayaklarımı çekerdim,kalktığında uzatırdım ‘rivayetini değerlendirirken ; ‘O gün evler çok dardı ve evlerde ışık yoktu’diyerek metin dışı unsurlarla Hz.Âişe’nin hareketinin yadırganacak bir tarafı olmadığını ifade etmiştir.

Sonuç olarak Râvilerin Hz.Peygamberde gördükleri bir davranışdan anladıklarını yahut o zamanda meydana gelen bir olaydaki çıkarımların Peygamberin söylediği sözlü bir ifadeye dönüştürülüp hadislerin hadisleşmesi sorunu ile metin dışı unsurlarla birlikte  mukayese edilmeden olaydan çıkarılan yanlış bir hükmün fıkhî formülasyona sokularak  Hz Peygamber’e isnâd edilen hadislerin ortaya çıkmasıdır.

                                                                  Doç.Dr.Mehmet GÖRMEZ


HANEFÎ MEZHEBİNİN MEZHEP İÇİ İŞLEYİŞİ GÖRÜŞLER HİYERARŞİSİ VE EBÛ HANÎFE’NİN GÖRÜŞÜNÜN TERCİH EDİLDİĞİ DURUMLAR


Birtakım tarihi gelişim aşamalarından geçip oluşumlarını tamamladığı varsayımına dayalı olarak,uçları yeni içtihatlara büyük ölçüde kapalı kabul edilen mezhep görüşlerinden nasıl yararlanılacağı,bunların yaşanan hayatta olaylara nasıl uygulanacağı ile ilgili birtakım usûl ve yöntemler üzerinde durmaya çalışacağız.

    Bu konu “fetvâ usûlü” adı verilen ve fıkhın hem usûlü hem de fürû’ ile yakın bağlantısı bulunmasıyla birlikte muhteva ve gelenek itibariyle fıkhın özel bir alanını oluşturur.Fetvâ usûlü sisteminin temelinde taklit esaslı fetvâ anlayışı ve racih görüşle fetvâ vermenin gerekliliği yer alır.Bu anlayışı savunanlara göre racih görüş dışında fetvâ vermek hevaya tabi olmaktır.Öyleyse aynı meselede birçok farklı görüşün yer aldığı mezheplerin birikimlerinin çeşitli açılardan tasnif edilip belirli kıstaslara göre bir değerlendirmeye tabi tutulmaları gerekir.Peki bu tasnif ve değerlendirmeyi yapmaya kimler ehildir ? Kısaca değinelim.

1.Fakîhler Hiyerarşisi

    İbn Kemal ,Hanefî fakîhleri için şeriatte ,mehzepte, mesâilde müçtehittirler tahriç,tercih,temyiz ashâbı ve sırf mukallitler olmak üzere yedi tabakaya ayırmış ibn Âbidin ise ilk üç tabakayı “müçtehid fakîhler” diğerlerini ise “ mukallid fakîhler” olarak değerlendirmiştir.Hanefî kaynaklarında müçtehid denildiğinde ilk üç tabakaya giren fakîhler kastedilir.

2.Görüşler Hiyerarşisi

    Bu görüşleri açık ve kesin sınırlarla ayırmak kolay olmasa da kendi içinde farklı işleyişe sahip üç gruba ayırabiliriz.

a)Kaynağı açısından görüşler hiyerarşisi

   İbn Âbidin müteahhir müelliflere ait bir kitaba müracat ederek fetvâ veren bir çok müftünün fetvâsına güvenilemeyeceğine hatalı görüşleri bulunduğunu açıklamıştır.

Mezhep literatüründeki görüşler kaynağı açısından ise 3 gruba ayrılarak değerlendirimiştir.

Usûl meseleleri :Usûl meselelerinin yer aldığı eserler Hanefî mezhebinin  en güvenilir kaynakları olup Ebû Hanife,Ebû Yusuf ve Muhammed’den rivayet edilip Muhammed’in meşhur altı kitabında yer alan görüşlerdir.Zahiru’r Rivaye görüşlerinin bulunduğu altı eser şunlardır : El Mebsut,ez Ziyâdet,el-Câmi’u’ Sağir,el Câmi’u’l Kebir ,Es Siyerü’l Kebir.

Nevâdir meseleleri : Bunlar ise mezhep ashabından rivayet edilen ancak Zahirû’r Rivaye kitaplarında yer almayan meselelerdir.

Vakıat ve fetavalar: Bunlar ise mezhep müctehidlerinin kendilerine arzedilen ve mezhep sahiplerinden bir rivayetin bulunmadığı konularda çıkardıkları meselelerdir.Bu fetevaları toplayıp günümüze ulaştıran ilk eser Ebû’l Leys Semerkandi’nin Kitabu’n Nevazil adlı eseridir.

b)Sahibi Açısından Görüşler Hiyerarşisi

    Racih görüşü tespit ederken görüşlerin kime ait olduğu önemlidir.Mezhep imamlarının ihtilaf etmesi durumunda takip edilen hiyerarşi şöyle olur.

1.Farklı görüşler nakledilmiş ve  bir görüş mevcut değil ise şu sıra takip edilir.Önce Ebû Hanife’nin daha sonra Ebû Yusuf,Muhammed,Züfer,Hasan b Ziyad

2.Sahibeyndekiler Ebû Hanife ile başka görüşü  paylaşan diye ayrıldıysa Ebû Hanife’nin görüşü tercih edilir.

3.Ebû Hanife’nin görüşü ile Sahibeyn  farklı bir tarafta olursa meşayihin bunlardan birini tercih ettiğine dair bilgi yoksa  ya Ebû Hanife’nin görüşü tercih edilir ya da müftü müctehid  ise dellilere bakıp uygunu seçer Mukallit müftü ise Ebû Hanife’yi tercih eder.

4.Meşayih , imamın delilinin zayıf olması v.b nedenlerle karşı görüşü tercih edelir.Nitekim Meşayih 17 meselede Züfer’in görüşünü tercih ettiği bilinir.

5. Mezhep imamlarından rivayet olmayan bir meselede mütahhir meşayih ittifakla fetvâ verebilir.

6.Meşayihin ihtilafında çoğunluğun görüşü ele alınır.

Bir Müctehidin Aynı Meselede İki Ayrı Görüşünün Bulunması

   Şâfilerin aksine Hanefî Usûlcüler bir meselede bir müçtehidin aynı kuvvetle iki ayrı görüşünün olmasını kabul etmezler.Beliği’ye göre ihtilaf işitmede hata,görüşten rücû, müçtehidin biri kıyasa diğeri istihsana dayalı iki görüşü olması,müctehid meseleye hüküm ve ihtiyat yollu iki ayrı cevap vermiş olabilir demiştir.İbn Âbidin ise müçtehidin görüşünü hiç kabul etmemek veya birisine nispeti kabul etmeyi uygun görmez her iki görüşü de ona nispet etmekten başka çare yoktur der.Hanefî kaynaklarında sıkça geçen imam’dan iki rivayet/görüş vardır ifadeleri bu durumu anlatmaktadır.Bu durumda müctehid görüşün birini tercih ettiyse ona nispet edilir.Tercihde bulunmadıysa sonra olan görüşü alınır.Sonra olan bilinmiyorsa destekleyen bir nakil mevcutsa O görüş sahih hükmedilir.Mezhepte müctehid derecesinde bir alim ise tercih ettirici unsurları bulamazsa kalbinin şehadetine göre amel eder.

 

Mezhep İçindeki Diğer Görüşlerin Ebû Hanife’ye Nispeti

   Hanefî mezhebinde birlik ve bütünlüğü korumak ve Ebû Hanife’nin otoritesini pekiştirmek amacıyla öğrencilerinin ve tahriçle elde edilen  görüşler Ebû Hanife’ye nispet edilir..İbn Âbidin bu konuda şöyle der :Müctehid bir görüşünden rücu ettiğinde bu görüş artık onun görüşü olarak kalmaz daha önce öğrencilerinin Ebû Hanife’ye muhalif ortaya koyduğu  görüşler onun değil öğrencilerinin mezhebi olur.Hem Ebû Hanife’ye muhalif görüşü tercih edip hem de Hanefî nasıl olunur.?

Bunu mümkün gören İbn Âbidin’in ortaya koyduğu gerekçeleri şunlardır:

1.Mezhepteki görüşlerin tamamının Ebû Hanife’ye ait olması muhtemeldir..Çünkü öğrencilerinin “İmam’a muhalefet ettiğimiz görüşlerimizin hepsi onun görüşlerinden biridir.”dedikleriyle ilgili nakiller vardır.

2.Ebû Hanife öğrencilerine delil doğrultusunda görüş bildirmeye izin vermiştir.”Hadis Sahih olduğunda benim mezhebim olur”demiştir.

3.Ebû Hanife’nin ashabı ve sonra gelen meşayih görüşlerini onun tesis ettiği usûl ve kaideler üzerine kurmuşlardır.Bununla birlikte görüşleri Ebû Hanife’ye nispet ederken “Ebû Hanife şöyle dedi” demek yerine “Ebû Hanife’nin mezhebinin gereği şudur”demek daha uygundur.

c) Konusu Açısından Görüşler Hiyerarşisi

   Konusu açısından görüşler hiyerarşisinişu maddelerle özetleyebiliriz.

1.Bazı istisnalar dışında  “ibadet” konularında Ebû Hanife’nin görüşü tercih edilir.

2.Bu alandaki tecrübesi sebebiyle kaza ile ilgili konularda Ebû Yusuf’un görüşleri tercih edilir.

3.Zevi’l erham meselelerinde fetvâ Muhammed’in görüşüne göre verilir.

4.İstisnalar dışında istihsan yoluyla elde edilen görüşler kıyasla elde edilenlere tercih edilir.

5.İki görüşten biri Müslüman’ı küfre düşürmekten kurtarıyorsa,zayıf bile olsa bu görüş tercih edilir.

6.İki görüşten,vakıf için daha faydalı olanı tercih edilir.

 

Görüşlerin Tashihi ve Tashihler Arasında Tercih

   Tashih ,mezhep birikiminin nitelenmesi anlamına gelmektedir.Fetvâya esas olarak bir görüşün tercih edilmesi zımnen o görüşün tashihi anlamına gelmektedir.Tashihi dolaylı ve açık  tashih olarak iki kısımda inceleyebiliriz.

Dolaylı Tashih halleri :

1.Zahir rivayet varken aksi tercih edilemez,

2.Bir müctehidden iki rivayet gelirse delilin desteklediği tercih edilir.

3.Müctehidin rücu ettiği görüş  bırakılır,vardığı diğer görüş alınır.

4.Bir eserde iki görüş zikredilip yalnız birisi delillendirilirse bu görüş tercih edilir.

5.Bir yerde üç görüş zikredilirse ya birinci,ya üçüncü görüş tercihe değer olup ortadaki tercih edilmez.

Açık Tashih halleri:

 

   Üstünlük bildiren birtakım lafızlar kullanarak görüşlerin değerlendirilmesi demektir.Şu halde racih görüşün tespiti için tashihlerde şuna dikkat etmelidir :

1.Tashih edilen rivayetlerden her biri aynı lafızlardaysa müftü duruma göre birini seçmede serbesttir.

2.Görüşlerden biri “fetvâ”lafzıyla ,diğeri başka bir lafızla tashih edilmişse fetvâ lafzıyla tashih edilen görüş kabul edilir.

3.Her iki görüşte de “fetvâ” lafzı varsa”bihi yüfta” ,”aleyhi’l-fetvâ” gibi  lafızlarla tahsis edilen tercih edilir.

4.Tashih edilen ve ayrı kitaplarda yer alan görüşlerden birisi “es-sahih” diğeri “el-sahh” lafzıyla tashih edilmişse,”el-sahh” lafzıyla tahsis edilen tercih edilir.

5.Tashih edilen görüşlerden birisi metinlerde ,diğeri başka yerde bulunuyorsa metinlerdeki görüş tercih edilir.

6.Görüşlerden biri Ebû Hanife’ye diğeri öğrencilerinden birine ait ise Ebû Hanife’nin görüşü tercih edilir.

7.Tashih edilen görüşlerden birisi zahiru’r-rivaye ise diğerine tercih edilir.

8.İki görüşten birisi meşayihin çoğunluğuna ait bir görüş ise bu tercih edilir

9.Kıyas ve istihsana dayanan iki görüşten istisna dışında istihsana dayalı olan tercih edilir.

10.İki görüşten vakıf için daha faydalı olanı,delili daha açık ve net olanı,zamanın örfüne şartlarına daha uygun olanı kabul edilir.
    Sonuç olarak Hanefî mezhebinde Ebû Hanife’nin tartışmasız bir yeri ve otoritesi vardır.Mezhebe adını veren ve yönünü belirleyen odur.Hanefî mezhebi ise elbette Ebû Hanife’den çok daha fazla şey ifade eder.Merkezinde racih görüşle amel mantığının yattığı bu anlayış kendi içinde tutarlıdır.Bir mezhebe bağlı olup öyle düşünme ve yaşama biçiminin giderek gevşemeye başladığı son dönemlerde bir çok insanın dini yaşantısını belirli bir mezhebe göre düzenlediği bir gerçektir.Bu açıdan bakıldığında bahsettiğimiz bu ilkelerin bu gün dahi  güncelliğinden ve geçerliliğinden bir şey kaybetmediğini görüyoruz


                                                                    Yard.Doç.Dr H.Mehmet GÜNAY

İCTİHÂDIN BAĞLAYICILIĞI MESELESİ VE FIKIH MEZHEPLERİNE BAĞLANMANIN ANLAMI


 

 

 

   Fıkıh ilmi’nin  eksenini  şer’i - amelî hükümlerden ilgili delilleri inceleyerek  bir kanaate ulaşan ictihadlar oluşturur.İctihadlar sayesinde insanlar dini sorumluluklarının gereğini yerine getirebilme inancı taşır ve güvence duyarlar.İctihad  yetkisi bu ilme vâkıf müctehidlerde iken bu ehliyete hâiz olmayanlar ise onlara tabi olmak durumundadırlar.

   İctihâdi meselede müctehid henüz içtihat etmeden önce bir takım görüşlerden hangisini kabul ettiğine göre hareket eder.

1)Allah katında muayyen bir hüküm yoktur ve doğru birden fazladır.

1. Bu farklı doğrular Allah katında eşittir.(birinci görüş)

2.Bu farklı doğrulardan biri Allah katında doğruya daha yakın ve daha  üstündür.(ikinci görüş)

Birinci ve ikinci görüşün sahipleri”musavvibe” diğer görüşlerin sahipleri ise”muhattıe” olarak anılırlar.Kelam alimlerinin çoğunluğu özellikle Eş'ar’yye'nin büyük kısmı 1.görüşü benimserler.Dört mezhebe mensup fakîhlerin çoğunluğuna ”Müctehid bu zanni delile isabet etmekle yükümlü değildir.(yedinci görüş)”nispet edilir.”muhattıe” den sayılır.

Konuyla ilgili üç tez’i ele alacak olursak.

1.Tez :İctihad öncesinde muayyen bir hüküm yoktur.Hüküm müçtehidin zannından ibarettir.ictihad sayısınca olan doğru Allah katında eşit düzeydedir şeklindedir.

2.Tez : İctihadi meselede “Şayet söz konusu ictihâdi meselede Şâri’ tarafından bir hüküm belirlenip vaz’ edilecek olsaydı mutlaka şu vaz’ edilirdi”denebilecek bir şeydir bu ise Şâri’nin maksadına en yakın olan eşbeh sonuçtur. Şeklinde olan tezdir.

3.Tez :İctihadî meselede muayyen bir şer’î hüküm olup  doğrunun tek olduğunu savunan tezdir.Buna göre anılan hükme hangi müctehid isabet etmişse o doğrudur.

İctihadda Hata-İsabet Meselesinde Ortaya Konan Görüşler Işığında İctihadın Bağlayıcılığı Meselesinin Değerlendirilmesi.

Bu konuda iki eğilim ile çekinceler ortaya koyan üçüncü bir eğilim vardır.

Birinci Eğilim :Müctehidin görev ve sorumluluğunu belirleme açısından bakanlar; “içtihat öncesinde muayyen bir hüküm bulunmadığı”kuralına ulaşıp  mantıki bütünlüğün böyle korunabileceğini düşünerek “ictihadi meselelerde doğrunun tek olmadığı” kuralını koymuşlardır.

İkinci Eğilim : Meseleye Allah katındaki doğrunun ne olduğu açısından bakanlar; “ictihad öncesinde muayyen bir hüküm bulunduğu” kuralına ulaşmışlardır.Ancak bu gruptaki bilginlerin bir kısmı kat’i delil bulunduğunu hata eden müctehidin günahkar olacağını ,bir kısmı ise zanni deil bulunmakla birlikte müçtehidin bu zanni deiili tespitle yükümlü olduğunu söylemişlerdir.

Üçüncü Eğilim : Bu görüşlerin sahipleri müçtehidi Allah katındaki doğruyu bulmakla yükümlü görüp içtihadî sonucun bağlayıcı olacağını ifade ederler.Bu bakışa göre Allah katında birden fazla doğru olamaz kullar nezdinde de birden fazla saygınlığı olan görüş bulunabileceği kabul edilmez.Fakat bu bakışın pratiğe yansıma şansı bulunmamaktadır.

Sonuç olarak, İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ehlinden yapılan bütün ictihadlar (Allah tarafından bunlardan sadece birinin doğru veya doğruya yakın olduğunu savunanlar bulunmakla birlikte)kullar açısından aynı saygınlığa sahiptirler.Buna göre bir içtihadı diğerlerine üstün kılan bir gerekçe bulunmamaktadır.

Muayyen İctihâda/Mezhep Bağlanma ihtiyacı ve İctihâdın Bağlayıcı Hale Getirilmesi.

    Bu konuda sağlıklı bir sonuç için birey ve toplum açısından ayrı ayrı incelemek uygundur.Bir içtihadı diğer içtihatlara nazaran daha üstün sayılmasını gerektiren felsefi bir temel bulunmadığı halde bu “bağlanma” ihtiyacının nereden kaynaklandığını irdeleyecek olursak.Bilindiği gibi Hz Peygamber’in vefatını takip eden ilk asırda bireyler dini uygulamalarda kadıların yargısal kararlarında uygun bir içtihada uymuşlar  islam coğrafyasının genişlemesi ve sosyal yapıdaki değişmeler sonucu hukukî ihtilaflarda büyük artışlar meydana geldi.Abbasi halifesi Mansur döneminde ibnü’l Mukaffâ’nın halifeye sunduğu raporda ülkenin değişik yerlerinde ve aynı bölgelerde birbirieyle çelişen hükümler verilmesinin toplumda rahatsızlığa ve hukuki anarşiye yol açacağını birleştirici ve kesin karakterde bir kitap yazılıp kanunlaştırma yapılması önerisi yazıyordu.Halife ise İmam Mâlik’e Muvattâ’yı kanunlaştırmayı önerdi.Fakat İmam Mâlik değişik bölgelerde farklı rivayete dayalı kabuller bulunduğunu belirtip bu durumu kabul etmeyerek bölgesel çeşitliliğin önüne set çekilmemesini tavsiye etti.

   İslam toplumunda farklı eğilim,gelenek ve birikime sahip fıkıh çevrelerinin oluşmasının kökleri sahabe dönemine dayanıyordu.”ırâkıyyûn,Hicâziyyûn “şeklinde coğrafi veya “ehl-i hadis,ehl-i rey”gibi anılan ana eğilimler,insanların yaşadıkları bölgeye,kültür,ve birikimlerine göre farklı fakîhler etrafında mensubiyet kurmaları fıkıh mezheplerinin toplumda yerleşip belirli ictihadların belirginleşmesine sebep oldu.İctihad ehliyetine hâiz olmayan bir Müslümanın bu şartları taşıyan fakîhlerin ictihadlarına göre amel etmesi pratik açısından dini hayatını nasıl tanzim edeceği ,tutarlılık açısından ise belirli bir mezhebin ictihadlarını benimsemesi ve ona bağlı kalması istikrar kazandıracaktır.

   Sonuç olarak; Aynı kaynaklara dayanan din ve hukuk bilgilerinin ameli konularda farklı sonuçlara ulaşmasının sebepleri arasında hükümlerin ikinci kaynağı olan sünnet malzemesinin tedvininden önce bir bilgine ulaşırken diğerine ulaşmamış olması,sahih sayılıp sayılmayacağı konusundaki görüş ayrılıkları,aynı meselede birbirine zıt görüş bildiren fakîhlerin bulunabilmesi farklı ekolleşmeleri oluşturmuştur.Bir içtihadı başka bir içtihada üstün sayan felsefi bir temel bulunmamaktadır.O dönemde hukuku birliğine,çelişmezlik ilkelerine duyulan ihtiyaç ile dini hayata pratikte kolaylık sağlayıp tutarlılık kazandırması hissi muayyen içtihatlara “bağlanmayı”gerekli kılmıştır.Fıkhi mezhep kavramı sadece şer’i –ameli konularda esas alınan bir âlime nispet edilen görüşler değil ,bireysel ve toplumsal hayatın derinliğine nüfûz etmiş etkileri olan belirli fikir odakları çevresinde gelişen akademik ve toplumsal birikim olarak bakmak daha doğru olur.
 
                                                                                 İbrahim Kafi DÖNMEZ
 

İMAM MÂTURÛDİYE GÖRE BÜYÜK GÜNAH İŞLEYEN KİŞİNİN İMANİ DURUMU


 
  Ebû Mansur  Muhammed b.Muhammed b.Mahmûd el Mâturudî es Semerkandî (ö.333/944)Mâturudiye mezhebinin kurucusu ,müfessir ve fakih.Yaşadığı dönem itibariyle Abbasiler’in otoritesinin zayıfladığı hilafete bağlı Samanoğullarının Mâveraünnehir’e hakim olduğu zamanlarda yaşadığı bilinmektedir.Kelam ilminde imam kabul edilen Mâturudi ,akideyi güçlendirmek ve dini temel görüşleri müdafaa etmek için islam dışı akımlarla ve havâric,mutezile,bâtınıyye gibi mezheplere karşı mücadeleler vermiştir.

    Kelam ilminin doğuşunda etkili olan ihtilaflardan biri ise büyük günah işleyenin durumudur.Hz.Osman’ın şehit eden katillerin bulunmasının istenmesi Muaviye ile Hz.Ali’nin sıffin savaşında bu yüzden karşı karşıya gelmesi ve tahkim olayının yaşanmasıyla.Haricilerin başlattığı iman-amel ilişkisi ,büyük günah-iman ilişkisinde.Her büyük günah işleyenin imanını kaybettiği ,ebedi cehennemde kalacağı görüşüyle ihtilaflar başlamış oldu.Bu yazımızda büyük günah işleyen yani dinimizce suç sayılan bir işi yapan bir kimsenin imanî durumunun imam Mâturûdî tarafından nasıl yorumlandığını diğer bir deyişle Allah’ın birliğine inanmış bir Müslümanın ,büyük günah işlemiş olmasının  onun inancında bir değişmeyi  gerektirip gerektirmeyeceğini İmâm Mâturûdi gözünden incelemeye çalışacağız.Büyük günah problemini daha iyi anlayabilimemiz için önce islamiyetin îmân anlayışını ortaya koymak uygun olur.Çünkü büyük günah ile ilgili fikir aykırılıkları îmânın amelle ,yani başlıca ibadetleri ve emirleri yerine getirmekle ilgisinin farklı anlaşılmasından kaynaklanmıştır.

İman

Îmân kelimesi Emn ( امن ) kökünden türemiştir.Dinin esasını teşkil eden ve sözlükte tasdik,itimad,huzur ve emin kılma manasına gelen¹ iman yani bir şeyin doğruluğunu tasdik edip güvenme  emin olmak anlamına gelir.Kur’ân-ı Kerim’de aynı kökün şu ayetlerde kullanıldığını görürüz.

”Peygamber ve inananlar Rabbinden ona indirilene inandı doğruladı…”²

“ İnananlar ancak Allah’ı ve peygamberlerini doğrulamış tasdik etmiş,sonra da şüpheye düşmemiş olanlardır”³

Mahiyetiyle ilgili bir çok görüş olmasının sebebi amel ile olan münasebetinin farklı anlaşılmasından kaynaklanır.Ebû Hanife’ye göre iman,ikrar ve tasdiktir,yani dil ile söylemek ve kalb ile doğrulamaktır.Ebû Hanife ayrıca amelin imanın bir parçası olmadığını,imanın aslı tasdik olduğuna göre imanın artıp eksilmesinin bahis konusu olamayacağını,fazilet ve amel bakımından mü’minlerin birbirlerinden farklı olduğunu,ancak inanışın kuvvetli veya zayıf olabileceğini ileri sürmüştür

 

 
   Hariciye mezhebine göre iman Allah’ın kullarına farz kıldığı şeylerin hepsini yapmaktır.Yani Allah’a itaat etmek,güzel ameller işlemek imandandır.Bunlardan birini terkeden kimse imandan çıkar ve cehennemde temelli kalır

Mûtezile mezhebine göre ise iman farz ve nafile olan bütün ibadetleri yerine getirmektir.

Harici ve Mutezile imanın dil ile ikrar kalp ile tasdik kısmından sonra bir üçüncü şartı ekleyerek ibadet işlemeyi de katmış oluyorlar.

 

Bu görüşe karşı olanlar ise imanın kalp ile tasdik edilebilecek soyut bir kavram olduğunu amelin ise organlarla işlenebilecek bir fiil olduğunu ,İnkar edilmedikçe ,ibadetleri işlememenin kişiyi dinden çıkarmayacağını söylemişlerdir.Bu duruma Kur’an’dan örnek verecek olursak

 

.”İnanan ve yararlı iş işleyenlerin konakları Firdevs cennetleridir” buyurularak amel ve iman birbirine atfedilmiştir.Gramer kurallarında birbirinden ayrı şeyler atfedilebilir.Demek ki iman ve amel farklı şeylerdir.Ehl-i sünnetin görüşünde gerçek imanın artıp eksilmediğini,azlık çokluk sayılabilen yapılan şeylerde olacağı için azlık çokluk ifade edemeyeceğini.İmanın bir bütün olduğunu aslında değişiklik olmayıp itaat etmekle kuvvetlenip,günahla zayıflayacağını düşünürler.

 

   Günah

    Türkçe sözlükte bu kelime ile ilgili şu anlamlar ve örnekler yer alır :1.Dince suç sayılan iş :Bu anlamı “hırsızlık yapmak dinimizce günahtır” şeklinde cümle içinde kullanabiliriz.2.Herkesin vicdanını inciten iş :”Bu adama bu kadar eziyet etmek günahtır.”cümlesindeki “günah” kelimesi bu anlamdadır.3.Sorumluluk: “Ben söyleyeyim de günah benden gitsin” cümlesinde de sorumluluk anlamında kullanılmıştır.

  Günah kelimesi dilimize aslen Farsça’dan( گناح )geçmiştir.Dini eserlerde ise birinci anlamında yer alır.İmam Mâturûdi’ye göre geniş anlamda günahın tarifini ise”İnsanın şeytana boyun eğmesinin bir sonucu olarak ve onun isteğine uyarak işlemiş olduğu,dünya ve ahırette cezayı gerektiren,toplum hayatına zarar veren,Allah’a itaatle bağdaşmayan herhangi bir fiil” olarak yapabiliriz.Günah kavramı Kur’an ve Sünnette şu lafızlarla ifade edilmiştir : اثم , جرم, حوب, خطيئة,  ذنب ,  سوء, شرك, ضلالة, طغىان, عصىان , فجور, كفر, نفاق..Kur’ân’da ve sünnette geçen kelimeler dikkate alındığında şu ortak sonuçlara ulaşabiliriz.

1-Günahı ifade eden bütün kelimeler zarar verme,zarar görme ve bozma gibi kötülük unsurunu ihtivâ etmektedir.

 

2-Hepsinde tecavüz ve haddi aşma durumu vardır.

3-( اثم) gibi bazı kelimeler aynı zamanda günahtan dolayı terettüp eden ceza manasını da kapsamaktadır.

 

4-Günah kavramını ifade eden bütün kelimeler ,aynı zamanda küfür manasında kullanılmışlarsa da küfür bunların yerine kullanılmamıştır.Bu da küfrün bir günah fiil olmakla beraber,diğerlerinden farklı bir özellik taşıdığını göstermektedir.

 

   Küçük Günah –Büyük Günah

    Kebîre kelimesinin çoğulu olan (كباءر ) kelimesi büyük günahlara delâlet eder ve ayetlerde de çoğunlukla bu şekilde kullanılmıştır.Örnek verecek olursak “Eğer size yasaklanan (günahların) büyüklerinden kaçınırsanız,sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız” “Onlar ki küçük günahlar hariç,büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler(sakınırlar).Muhakkak ki Rabbin mağfireti geniş olandır……..”

    Görülüyor ki,günahları büyük ve küçük olmak üzere iki kısımda mütâla eden âlimler değil,Kur’ân-ı Kerîm’in ta kendisidir.İmam Mâtûrûdî’ye göre ise küçük ve büyük günahları şöyle tanımlayabiliriz.

Kur’an’da “اللممkelimesi ile ifade edilen küçük günahlar. Bunlar Allah ve Resûlü tarafından dünyada cezası  ve ahirette azabı bildirilmeyen tövbesiz affedilip affedilmeme açısından bakılacak olursa şirk ve küfür dışında kalan günahlardır.¹

  İslam literatüründe “el kebîre” (çoğulu el kebâir) ve “el Fâişe”(çoğulu el fevâfiş) kelimeleri ile ifade edilen büyük günahlar.Bunlar dünyada cezası ,ahırette de azabı bildirilmiş olan ,hakkında şiddetli  nehy bulunan günahlardır..Buhâri ve  Müslim ‘de bulunan bir hadis-i Şerife göre “Hz Peygamber şu yedi şeyden çekininiz demiştir: 1.Allah’a ortak koşmak 2. Haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymak yani adam öldürmek.,3.Sihir,büyü yapmak,4.Tefecilik etmek yani kat kat faiz almak.5.Yetim malını yemek,6.Düşmanla yüzyüze gelindiğinde kaçmak,7.iffetli Mü’min kadınlara iftira etmek.”Hz.Ebûbekir aracılığıyla rivayet edilen bir hadiste.Hz.Peygamber: Size büyük günahların daha büyüğünden haber vereyim mi? :diye sormuş, yanındakilerin “evet” demesi üzerine şunları saymıştır .”Allah’a ortak koşmak,ana ve babaya kötü davranmak,yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak”¹¹ Hz Ali bunlara hırsızlık ve zina etmeyi de eklemektedir.¹²Aslında tüm bu misaller gösteriyor ki Allah’a ortak koşmak hariç ,ceza hukukundaki cürümler gibi toplum içindeki kişilere yönelik suçlardır.

 

    Büyük günah işleyenin durumu

 

    Büyük günah meselesinin ilk çıkış noktasına bakacak olursak.Hicretin 36.ve 37. Yılında yani miladi 656 ve 657 yıllarında aramak gerekir.Hz Osman’ın haksız yere şehid edilmesinden Hz.Ali’nin hilafete getirilmesinden ,cemel ve sıffin savaşlarından sonra çözülmesi güç bazı problemler ortaya çıkmıştır.Çünkü  o zamana kadar hep Müslüman olmayanlarla savaşılmıştır.Halbuki cemel savaşında iki tarafında Müslüman olması ve kılıç kılıca vuruşması bir tarafın liderinin Hz Ali diğer tarafın liderlerinin Hz.Talha ve Zübeyr olup aşere-i mübeşşere’den cennetle müjdelenen on kişiden olmaları birçok kan akıtılmış olması İki Müslüman cemaat kılıç kılıca birbirleriyle karşılaşırlarsa,öldürülenlerle ölenlerin durumu ne olacaktır?Büyük günah işlemekten dolayı cehenneme gitmeleri gerekmez mi? Gibi sorular kafa karıştırmıştır.Henüz bu sorunun cevabı verilmeden sıffin savaşında Hz Ali’ye tahkimin kabul ettiriiip oldu bittiye getirilmesi haricilerin ilk aykırılık hareketini başlatarak tahkim yapanları büyük günah işlemekle sorumlu tutmalarıyla ilk tartışmalar başlamıştır.

    Bu olaylar üzerine Hariciler ameli imandan bir cüz saydıkları için,Allah’ın yasakladığı “haksız yere öldürme fiilini”yapan kişinin imanının gittiğini,tahkim yaparak “Hüküm verenlerin en iyisinin Allah”olduğuna karşı geldiklerin kafir olup ebedi cehennemde kalacağını savunarak ilk tartışmaları başlatmış ameli imandan bir cüz saydıkları ve ibadet etmeyeni,büyük günah işleyeni  kafir kabul edip tekfir etmişlerdir.Havaric fırkalarının çoğu ,küfrün büyük günah işlemekten ibaret olduğu görüşündedirler.Çünkü onlara göre,Allah büyük günah işleyenleri kafirlere vereceği azap ile tehdit etmiştir.Küçük,büyük ayrımı yapmaksızın her türlü günahın tevbe edilmediği taktirde cehennemde ebedi azap görmeyi gerektirdiğini düşünürler.Şu ayeti delil olarak gösterirler”Kim de Allah’a ve peygamberine isyan eder,(Allah’ın)sınırlarını çiğneyip geçerse,onu da kalıcı olarak” ateşe koyar.onun için hor ve hakir edici azap vardır”¹³

Mutezile’ye göre bir kimse büyük günahlardan birini işlerse mesela birini öldürürse imandan bütünüyle çıkıp fısk mertebesinde olur.Zira iman ,amel ile birleşiminden olur..Bu durumda kişi “menzile beynel menzileteyn” iki arada bir yerde olur.Eğer tevbe etmeden ölürse cehennemliktir.

Mürcie’ler küfürle birlikte tâat fayda vermediği gibi,isyan ve günahta imana zarar vermez.Cebriyye,kullar küfür ve masiyetlerde mecbur kılınmıştır..

İmâm Mâturudi ise imanı kalp ile tasdik ve dil ile ikrar diyerek tanımladığı için dini bir hüküm inkar edilmediği ve Allah’a ortak koşulmadığı sürece  işlenen günahların imandan çıkarmayacağını haricilerin  imanı olmasına rağmen kişinin ebedi cehennemde kalacağı görüşüne itiraz olarak da.”Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun karşılığını görür”¹ mealindeki ayeti delil göstermiştir.

 Yine “Ey mü’minler mutluluğa ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah’ın hükmüne dönün”¹ ve “Ey inananlar yürekten tövbe ederek Allah’a dönün ki,Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün”¹  ayetlerini imanın varlığına rağmen tevbe etmeyi emrettiğini ve bağışlayacağını bildirdiğini delil olarak göstermiştir.[i]

 “Kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez”¹ ayetini delil olarak alıp büyük günah işleyenin hakkı inkar etmediğini,küfrün manasındaki örtmek ve gizlemek filllerini yapmayıp Allah’ın rahmetinden ümit kesmediği için kafir deyip tekfir etmenin doğru olmayacağını savunmuştur.

   Keza Allah Teala,“Kötülükleri yapanlar ancak yaptıkları kötülük kadar cezalandırılırlar.”¹ “Kim kötülük getirirse,sadece onun dengiyle cezalandırılır”en’am-160“Herkese (yaptığının) karşılığı tam olarak verilir ve asla haksızlık edilmez”¹ v.b birçok ayette hiçbir kimseye zulmetmeyeceği,herkesin suçunun ancak cezasını göreceği garanti ve teminatını vermiştir.Hatta bazı günahları bağışlayacağını,onları taatler ile hükümsüz klacağını da haber vermiştir.¹

İmam Mâturudiye göre , günah işleyen kimselerin imandan çıkmadığı ve küfre girmediğinin delillerinden biri de bu kimselerin naslarda mü’min statüsünde bırakılmış olmalarıdır.

“Eğer inanlardan iki grup vuruşurlarsa,onların arasını düzeltin”² meâliyle başlayan  âyetlerde,öldürme günahını işleyen kimselere,”mü’minler”ve kardeşler olarak hitap edilmiştir.

“Onlar için bağışlanma dile” v.b gibi ayetlerde günahlarına karşılık bazı kimselerin bağışlanmasını dilemesi için h.z Peygambere izin verilmesi de günah işleyen kişinin mü’min olarak görüldüğünün başka örneğidir.Çünkü Allah ,kafirlerin bağışlanmaları için dua edilmesine müsaade etmemiştir.Günah işleyen mü’minler de küfre girmiş olsaydı onlar içinde böyle bir izin vermezdi.²¹

     Sonuç olarak İmam Mâturidi bir ayete dayanarak büyük günahlardan kaçanların küçük günahlarının bağışlanacağını hatırlatır bize.Onun Kur’andan örnekler verdiği delillerinde tövbe ile her türlü günahın ortadan kalkacağı şüphesizdir.Şirk ve küfür dışındaki büyük günahlar ise rahman ve rahim olan Allah’ın affına mazhar olmak,dünyada veya ahırette cezasını çekmek,samimi kulluk ve iyi davranışlarda bulunmak veya şefaate nail olmakla affedilebilir.Mâturudi dinin aslını bozup kafa karıştıracak her türlü düşünceye karşı durmuş ve yaşadığı karışık dönemlerde İslam’a büyük hizmette bulunmuştur.

Mü’minin imanı Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmek,O’na gönülden teslim olmakla kuvvetlenir,kemale ulaşır.Fakat bunları yapmayanlara inkar etmediği müddetçe kafir demek doğru olmaz.

Konuyu Âl-I İmran suresinin 8.ayetini meal vererek bitirelim :”Rabbimiz,bizi doğru yola erdirdikten sonra,kalplerimizi eğriltme !katından bize rahmet bağışla !şüphesiz sen sonsuz bağışta bulunansın”

                                                                                                 Simurgm





 

¹ İbn Manzur ,cemalüddin Ebü’l-Fadl Beyrut 1955.”iman”Ш 22,26

² Bakara-285

³ Hucurat-15

Ebu’l –Muntehâ,Şerhu’l-Fıkhi’l Ekber,s.21

a.g.e s.110 ayrıca.dr. Ali sami en Neşşar,Neş’etu’l-Fikri’l Felsefi fil İslam s.371

Kehf-107

Şah Veliyullah ed-Dihlevî,Ahmed b.Abdurrahim,hüccetullahi’l –baliğa,Kahire,1355,1,58

⁸ Nisa-31

 ⁹Necm-32

 ¹⁰Maturudi,a.g.e,vr

¹¹ a.g.e,.1.s.421-422

¹² zemahşeri,keşşaf ,1.s.503 not.1.beyrut 1947

¹³ Nisa-14

¹⁴ zilzal-7

¹⁵ Nur-31

¹⁶ Tahrim-8

¹⁷ Kassas-84

¹⁸ Nahl-111

¹⁹ Maturudi,tevhid,s.328,329,Te’vilat,vr 409ᵇ,455ᵇ,464ᵇ,470ᵇ,491ᵇ

²⁰ Hucurat-9-10

²¹Maturudi,a,g,e  326,Te’vilat

 

Kaynakça

 

Kitabü’t Tevhid /İmam Mâturûdi

Mâturûdi’de büyük günah problemi/Adil Bebek

Mâturudi Kelam ekolleri çerçevesinde kelâmi hadislerin değerlendirilmesi /prof.dr Talat Sakallı

Ebû Mansur El Mâturudi mezhebinin arka planı/www.sönmezkutlu.net

Mâturudi ve Mâturûdilik/www.erdemyolu.com

Kelam ilminde büyük günah meselesi/Doç.Dr.Cihad Tunç